Tasavvufta Dua Anlayışi
Tasavvufta duanın hâricî âdâb ve erkânı genellikle sünnette belirlendiği şekliyle icra edilmekle birlikte özellikle muhteva açısından farklı bir nitelik kazanmıştır. Mutasavvıflar bir yandan teorik olarak duanın mahiyetini araştırırken öte yandan nasıl dua edileceği, duanın kabul edilmesinin şartları ve dua ederken gözetilmesi gereken âdâb gibi pratik hususlar üzerinde de durmuşlardır. Sûfîlerin yaptığı duaların önemli bir kısmı Allah’a hamdü senâ, O’nun ululuğunu, yüceliğini, sonsuz gücünü, ilmini, lutfunu ve rahmetini dile getirme şeklindedir. Diğer bir kısmının duası hallerini Allah’a arzetme, zaaf ve acizlerini ifade etme tarzındadır.
Tasavvufta dua genellikle sözle (lisân-ı kāl), bazan da susularak (lisân-ı hâl) yapılır. Sözle yapılan duanın gönülden ve samimi olması şarttır. Dualarda Allah ulaşılmak istenen bir sevgili olarak görüldüğünden perdelerden ve hicrandan yakınılır, vuslat ve müşâhede talep edilir. Tasavvuf edebiyatında “habîb, mahbûb, mâşuk, yâr, can, cânâ, cânan” denilince daima Allah anlaşılır. İlâhî aşk ağırlık kazanınca dualar da böyle bir muhtevaya ulaşmıştır. Sûfîler Allah ile kulları arasında bazısı zulmetten, bir kısmı nurdan birtakım perdelerin bulunduğuna, bu perdelerin O’nun bütün güzellikleriyle temaşa edilmesine engel olduğuna inanır ve dualarında bu perdelerin kalkmasını isterler. Serî es-Sakatî, “Allahım! Bana nasıl azap edersen et, yeter ki perdelenmiş olma zilletine duçar etme” (Serrâc, s. 332) şeklinde dua ederdi. Allah’tan af, mağfiret, cehennemden kurtulma, cennete girmeyi istemek sûfîlerin dualarında yer alırsa da onlar daha çok ilâhî rızâya ermek, Allah’ın sevgisini kazanmak ve O’nu temaşa etme mutluluğuna ermek için dua eder, bazan bu hususu kuvvetle vurgulamak için ilâhî azaba bile katlanmaya hazır olduklarını ifade ederler. Râbia el-Adeviyye’nin, “Allahım! Dünya nimetlerini düşmanlarına, âhiret nimetlerini dostlarına ver, buna sen kadirsin”; Bâyezîd-i Bistâmî’nin, “Allahım! Senden sadece seni istiyorum” şeklinde yakarması bu tür dualara örnektir (Attâr, s. 124, 220, 237). Sûfîlerin dualarında naz ve diğerkâmlık gibi unsurlar da önemli bir yer tutar. Râbia el-Adeviyye’nin, “Allahım! Bana azap edersen O’nu sevdim, bana bunu yaptı derim. Yâ rab! Ya namaz kılarken kalp huzuru ver veya kalp huzuru olmadan kıldığım namazları kabul et” (Attâr, s. 125) demesi bu tür bir duadır. Bâyezîd-i Bistâmî’nin, “Yâ rab! Bedenimi cehenneme at ve onu o kadar büyüt ki cehennemde başkasına yer kalmasın” demesi de diğerkâmlık ve şefkat ifade eden dualara örnektir.
Dille yapılan dualara önem vermeyen sûfîler, belli bir makamda ve belli durumlarda hal diliyle dileklerini ilâhî dergâha arzederek susmayı tercih eder, teslimiyet ve rızâ halinde bulunmayı uygun görürler. Onlara göre kulun mevlâsının huzurunda boynu bükük bir halde ihtiyaçlarını arzetmesi duanın kabul edilme ihtimalini arttırır (Kuşeyrî, s. 631). Duanın mı yoksa rızâ ve teslimiyet halinin mi daha faziletli olduğu sorusuna cevap arayan mutasavvıflardan bazıları dua halini, bazıları da rızâ ve teslimiyet halini daha üstün görmüşler, bir kısım mutasavvıflar ise, “Kul dil ile dua, kalp ile rızâ halinde bulunmalı” diyerek ikisini bağdaştırmışlardır. Duruma ve şartlara bakarak dua veya rızâ hallerinden birini tercih etmenin uygun olacağını düşünenler de vardır. Buna göre müslümanların menfaati için dua edilmeli, şahsî menfaat konusunda ise rızâ halinde bulunulmalıdır. Nemrud’un ateşine atılacağı an Hz. İbrâhim’in, “Halimi bilmesi kâfidir” deyip Allah’tan dilekte bulunmaması (Kuşeyrî, s. 240), bir deniz yolculuğu esnasında fırtına çıkınca kendisinden dua isteyenlere İbrâhim b. Edhem’in, “Şimdi dua zamanı değil teslimiyet gösterme vaktidir” (Serrâc, s. 332; Kelâbâzî, s. 109) demesi bu anlayışın ifadesidir. Dua, duayı yapanlara göre de farklı şekillerde olabilir. Buna göre halkın duası söz, zâhidlerinki davranış, âriflerinki hal iledir (Kuşeyrî, s. 528). Teslimiyet ve rızâ halinde olanlar istekte bulunmak için değil dillerini ve ellerini dua ile süslemek ve dua edilmesini isteyen Allah’ın emirlerine uymak için dua ve niyazda bulunurlar (Serrâc, s. 333).
Sûfîlerin yaptığı duaların muhtevası zamanla değişmiş, meşrep farklılığı dualara da yansımıştır. İlk dönem zâhidleri Allah’ın azabından, gazabından ve cehennemden kurtulmak, cennete gitmek için dua ederken daha sonraki devirlerde bunların yerini Allah sevgisi ve aşkı almış, son dönemlerde ise vahdet-i vücûdla ilgili kavram ve deyimler duaların özünü oluşturmuştur.
İlk sûfî ve zâhidler daha çok nesir halindeki ifadelerle, çok seyrek olarak da manzum şekillerle dua ederken sonraki dönemlerde manzum dualar rağbet görmüş, bazan mensur dualarda secili ifadeler de kullanılmıştır. Mutasavvıflar eserlerinde ve mektuplarında dualara da yer verirler. Belirli zamanlarda belli ibareleri dua olarak okumayı âdet edinen mutasavvıflar (bk. EVRÂD; ZİKİR) yaşadıkları halin gereği olarak içlerinden geldiği şekilde dua ederler. Onlara göre en iyi ve kabul edilme ihtimali en fazla olan dua, insanın sıkıntılı durumda ve ihtiyaç halinde içinden geldiği gibi ve dilediği ifade tarzıyla dua etmesidir. Büyük sûfîlerin duaları kısa tuttuklarını, hatta yedi kelimeyi geçirmemeye çalıştıklarını söyleyen Ebû Tâlib el-Mekkî secili ve uzun duaların bid‘at olduğunu kaydeder (Kūtü’l-kulûb, I, 165).
BİBLİYOGRAFYAEbû Tâlib el-Mekkî, Ḳūtü’l-ḳulûb, Kahire 1961, I, 165; II, 335.
Serrâc, el-Lümaʿ, s. 328, 332, 333, 428.
Kelâbâzî, et-Taʿarruf, s. 109.
Kuşeyrî, er-Risâle, s. 240, 431, 526, 528, 631.
Beyhakī, ed-Daʿavâtü’l-kebîr (nşr. Bedr b. Abdullah), Küveyt 1989.
Herevî, Ṭabaḳāt, s. 726.
Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâʾ, s. 124-125, 220, 237.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, VIII, 29; XXII, 32; XXVII, 34.
İbnü’l-Arabî, el-Fütûḥât, III, 162; VII, 338.
İbn Teymiyye, Mecmûʿu fetâvâ, I, 78, 131, 143, 262, 350.
İbn Müflih el-Makdisî, el-Âdâbü’ş-şerʿiyye ve’l-mineḥu’l-merʿiyye, Kahire 1987, I, 139-152; II, 102, 272.
İbnü’l-Hatîb, Ravżatü’t-taʿrîf (nşr. Muhammed el-Kettânî), Beyrut 1970, I, 304.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, V, 284-338.
Muhammed b. Abdülgafûr el-İşbîlî, İḥkâmü ṣanʿati’l-kelâm, Beyrut 1985, s. 81-88.
Abdülganî el-Makdisî, en-Naṣîḥa fi’l-edʿiyeti’ṣ-ṣaḥîḥa, Beyrut 1985.
İbn Fehd el-Hillî, ʿUddetü’d-dâʿî, Kum 1392.
Muhammed b. Hüseyin er-Râzî, Nehcü’l-belaġa, Beyrut 1387.
Zekî Mübârek, et-Taṣavvufü’l-İslâmî fi’l-edeb ve’l-aḫlâḳ, Kahire 1356/1937, II, 66-71, 343-357.
Şeybî, eṣ-Ṣıla, II, 243.
Abdurrahman Bedevî, Şaṭaḥâtü’ṣ-ṣûfiyye, Küveyt 1978, s. 31.
A. Schimmel, “Some Aspects of Mystical Prayer in Islam”, WI, II/2 (1953), s. 111-125.
Cihad Tunç, “İslâm Dininde Zikir ve Dua”, EÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 5, Kayseri 1988, s. 31-42.
Yorumlar
Henüz yorum yok.